Hitler Almanya’sı başlattığı soygun ve yok etme savaşında Alman halkını memnun edebilmek, onların desteğini kaybetmemek için S.S.C.B’den yüzbinlerce ton gıda maddesini savaşın sonuna kadar Almanya’ya taşımıştı. Bugün ise iktidarda kalmak için halkı yoksulluktan kurtarmaya bile ihtiyaç duyulmuyor. Çünkü ezeli rakip S.S.C.B artık yok.
Aralık ayı sonunda yayınlanan ve Almanya'daki en büyük sosyal yardım kuruluşlarından DPWV tarafından hazırlanan Yoksulluk Raporu Hessen'de yaşayan her altı kişiden birisinin yoksul olduğunu doğpruladı.
Basında sınırlı da olsa yer alan haberler yoksulların nasıl sürekli olarak gündelik sorunlarla boğuşmak zorunda kaldıklarını kanıtlıyor. Örneğin 31 yaşındaki Sarah Müller sekiz ve altı yaşlarındaki oğullarıyla yaşıyor ve eline geçen parayla yaşamaya değil hayatta kalmaya çalışıyor. Her Euro'yu harcamadan önce iki kez düşünmek zorunda kaldığını söyleyen Sarah Müller, sosyal yardım alarak ve Tafel adı verilen gıda maddelerini son derece ucuza veren kurumlardan alışveriş yaparak sorunlarını çözmeye çalışıyor.
Doktorlar sağlıklı gıda ile beslenin diyorlar, ama bu gelirle pahalı olan sağlıklı gıda maddelerini nasıl satın alayım diye soran Sarah Müller, bilhassa çocuklarının geleceği konusunda ciddi kaygılar taşıyor. Noel hediyeleri için altı ay öncesinden para biriktirmeye çalışan Sarah Müller çocuklarıyla tatil yapabilecek durumda olmadığını ve bunun son derece üzücü olduğunu söylüyor.
Hessenschau kanalı ise son günlerde yaptığı haberlerde 2020 yılında Hessen'de bir milyondan fazla insanın yoksulluk sınırında yaşadığını bildiriyor.
Televizyon ekranlarında sokaklarda dilenen ve çöpten şişe toplayan insanların sayısının arttığı gösteriliyor. DPWV eyalet yönetim kurulu üyesi Yasmin Alinaghi haberler üzerine yaptığı bir açıklamada, Hessen'deki yoksulluk oranlarının alarm verici derecede yükseldiğini söyledi. Alinaghi, Hessen'de yaşayan 6,3 milyon insanın 1,1 milyonunun yoksulluk sınırında yaşamak zorunda bırakılmaları bir skandaldır” dedi.
Corona Pandemisinin de önemli etkisi bulunan bu gelişme tanrı vergisi bir süreç değil. Özellikle düşük ücret sektörünün genişletilmesi, kısmi ve güvencesiz istihdam oranının bilerek yükseltilmesi ve düşük emeklilik maaşları bu yoksullaşma süreçlerinin en önemli tetikleyicileri olarak karşımıza çıkıyor.
Bununla birlikte özellikle metropollerde aşırı derecede yükselen konut kiraları da yoksullaşmayı artırıyor. Maaşlarının veya gelirlerinin büyük kısmını kiraya yatıran insanların yaşamsal gereksinimlerini karşılamaları giderek zorlaşıyor. Corona Pandemi sürecinde de kısa çalışma ve işten çıkartmalar sonucunda ortalama gelir düzeyinin düşmesi kaçınılmaz bir sonuç oluyor.
İşsizlik oranlarının da arttığını belirten DPWV eyalet hükümetine seslenerek bu gidişatın tersine çevrilmesi için gerekli adımları atmasını istedi. DPWV daha fazla ucuz konut yapılması, düşük ücret sektörünün genişlemesinin durdurulması ve toplu iş sözleşme çerçevesinde güvenceli istihdamın artırılmasının yoksulluğun yayılmasını engelleyecek adımlar olacağını açıkladı.
Corona pandemisinin yoksulluk oranlarının aşırı artmasını ayyuka çıkardığını belirten Die Linke milletvekili Christiane Böhm ise eyalet hükümetinin Pandemiye karşı geliştirdiği tedbirlerde sosyal güvenceyi dikkate almamasını eleştirdi.
Yoksullar için neredeyse hiç Corona yardımı yoktu
Korona’nın kaybedenleri, pandemi öncesi zaten fakirdi. Yoksulluk raporunu açıklayan Deutsche Paritätischer Wohlfahrtsverband'ın genel müdürü Ulrich Schneider, pandemi sırasında onlar için yani yoksullar için neredeyse hiçbir şey yapılmamasını eleştirdi.
Hükümetin Hartz IV yardımı alan emekçilere ve temel yaşlılık güvencesi statüsünde olanlara bir defaya mahsus 150 Euro ve on maske için bir defalık kupon verilmesi için karar alması 2021'e kadar sürdü.
Problem yüksek servet eşitsizliği
Yoksulluk araştırmacısı Christoph Butterwegge, DIW'den alınan rakamların, herhangi bir mal varlığı olmayan nüfusun yüzde 40'ının "geçimini sağlamakta güçlük çektiği" yönünde olduğunu gösterdiğini söyledi.
“Vatandaş parası” olarak adlandırmak kimseyi doyurmaz
Yoksulluk araştırmacısı şimdi Almanya'daki eşitsizliği ortadan kaldırmak için yeni federal hükümetten kapsamlı bir konsept talep ediyor.
Butterwegge, koalisyon sözleşmesinde "İşsizlik parası II'nin vatandaşlık ödeneği olarak adlandırılması elbette yoksulları doyurmaz" dedi.
Hartz IV yardımlarına 1 Ocak'ta yüzde birin altında bir artış yapılması ve aynı anda yüzde dört ila beş fiyat artışı, "yoksulların gelecek yıl daha da yoksul olacağı anlamına geliyor” demişti Butterwegge.
Küresel pandemi küresel yoksulluk haline geldi
Neredeyse iki yıldır küresel bir pandemi içindeyiz. Hepimiz için köklü değişiklikler anlamına gelen bu süreçte insanlığın çoğunluğunun cebine giren para daha da azaldı. Ancak pandemi dönemi çok az sayıdaki insanın zenginliğine zenginlik kattı.
Ekonomik tahlil raporları ekonomik büyümenin devam ettiğini, yeni işyerleri yaratıldığını gösteriyor. Ancak gelir skalasının diğer ucunda durum çok farklı. 2019 gibi erken bir tarihte, insanlığın neredeyse yarısı günde 5,50 dolarlık yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. Bugün ise pandemi öncesine göre bunlara 163 milyon insan daha katıldı. Almanya'da da yoksulluk oranı yüzde 16,1'e ulaştı.
Zengin ve fakir arasındaki uçurum büyüyor. Adaletsizliğe karşı toplumda bir kabulleniş ruh hali hakim. Yoksulluk ne yazık ki hala yeterince konuşulmayan bir konu. Toplumsal eşitsizliği, nedenlerini ve olası çözümlerini toplumsal tartışmaya dahil etmek, yeniden düşünmeyi başlatmak için siyaset ve iş dünyası üzerindeki baskıyı artırmak gerekiyor.
“Gazeteler, radyo ve televizyon, bize dünyada olup bitenler hakkında bilgi verir. Çağımızın eğilimi de giderek daha çok bilgi sahibi olmak yönünde. Ancak bu da bilgi içinde boğulmamıza yol açıyor. Aşırı haber ve bilgi bolluğu, bizi her türlü bilgi ve habere karşı duyarsızlaştırıyor.”
“Televizyon yayınlarının, ABD'nin Vietnam’dan çekilmesi yolunda olumlu etki yaptığı düşünülür bazen. (Savaş, oturma odalarına kadar getirilmiş ve insanların dehşete kapılarak, ülkelerinin bu işe karışmasına karşı çıkmalarına neden olmuştu).”
Ama o günden bu yana, öyle çok savaşlar, öyle çok açlık, öyle çok sefalet, öyle çok şiddet gördük ki televizyonun "Vietnam etkisi" artık ortadan kalktı.
Çöpten yiyecek toplayanlara, dondurucu kış soğuklarında çadırlarda kalan çocuklara, AB sınırları içindeki mülteci kamplarında farelerle birlikte yaşayan insanlara, sokaklarda yaşam savaşı veren evsizlerin durumuna, çocuklara tecavüze, kadınların dövülmesine karşı insanlar duyarsız hale geldi.
İnsanlar artık ayrım yapamayan duyarsız bir toplum olma yolunda hızla ilerliyor.
Ayrım yapmak, aktif bir süreçtir. Hiçbir ayrım yapmadan, haberleri sadece izlemenin yol açtığı pasiflik, bizim kolayca yönetilmemizi ve manipüle edilmemizi sağlıyor.
Yazmak, kaydetmek ve yazdıklarımız üzerine düşünmek önemli. Bilgi ve haber selinin tutsaklığından ancak böyle kurtulabiliriz. Özel olaylara ve düşüncelere ilişkin günceler, hatıra defterleri tutabilir, band kayıtları yapabiliriz. Bu yalnız, bize olup bitenler üzerine düşünme olanağını sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda, gelecek kuşaklara bizler tarafından hazırlanmış bir açıklama niteliği taşıyacaktır.