İşten çıkarmalar, reel ücret kayıpları, çalışma sürelerinin uzatılması ve sosyal güvenlik sistemindeki gerilemeler sermayenin gündeminde üst sıralarda yer alırken, sendikaların bu saldırılara karşı etkili bir direnç ortaya koyamadığı eleştirileri güçleniyor.
Ülke genelinde işçilere, “uluslararası rekabetin sertleştiği”, “ekonominin zor bir dönemden geçtiği” hatırlatılıyor. Daha fazla çalışma, daha fazla fedakârlık ve “ekonomi toparlanana kadar sabır” çağrıları, sendika yöneticilerinin açıklamalarında da sıkça yer buluyor. Ancak emek çevrelerinde bu yaklaşımın, hak kayıplarını meşrulaştıran bir söylem haline geldiği görüşü yaygınlaşıyor.
“Hiçbir Şey Tabu Olmamalı” Yaklaşımı
Sermaye cephesi, işçi haklarına yönelik saldırılarda artık açık bir dil kullanıyor. “Hiçbir şey tabu olmamalı” söylemiyle çalışma sürelerinin uzatılması, esnekleştirilmesi ve emeklilik yaşının yükseltilmesi gündeme taşınıyor. Bazı sendika yöneticilerinin bu taleplere itiraz etmek yerine, mevcut yasal ve toplu iş sözleşmesi imkanlarına vurgu yapması dikkat çekiyor.
Ülkenin “en kabadayı” sendikacıları, “Yasalar günlük 10 saate kadar çalışmayı mümkün kılıyor. Gerektiğinde Cumartesi ve pazar günleri çalışılabilir. Bugün yürürlükte olan bütün sözleşmeler çalışma süreleri açısından son derece esnek uygulamaları içeriyor. Belirli bir süre için kısmi ücret karşılığı çalışma süreleri kısaltılabildiği gibi uzatılabiliyor. Geçici olarak ücret karşılığı olmadan da çalışma süreleri uzatılabiliyor. Bunun için işverenlerin bizimle masaya oturmaları yetiyor” diyerek yerlerine oturdu.Sendikaların bu tutumu işveren taleplerine uyum sağladığı eleştirilerini beraberinde getiriyor.
Bu taleplerin hayata geçmesi halinde, günlük çalışma sürelerinin 13 saate kadar uzatılabileceği belirtiliyor. Uzmanlara göre bu durum, çalışanlar açısından daha fazla stres, yorgunluk, sosyal yaşamdan kopuş ve sağlık sorunları anlamına gelirken; geniş bir kesim için ise kalıcı işsizlik ve yoksulluk riskini büyütüyor.
Sanayide büyük emekçi kıyımı
Alman sanayisinde yaşanan gelişmeler tabloyu daha da ağırlaştırıyor. Handelsblatt gazetesi ve ZDF televizyonunun aktardığına göre, 2025’in üçüncü çeyreğine kadar 120 binden fazla işçi işten çıkarıldı. Yılın son çeyreğinde de işten çıkarmaların devam etmesi bekleniyor.
Özellikle otomotiv sektöründe yaklaşık 50 bin işyerinin kapandığı bildiriliyor. Çelik, kimya ve makine sektörlerinde de benzer bir tablo söz konusu. Alman Ekonomi Enstitüsü’nün (IW) anketine göre, şirketlerin yüzde 36’sı 2026 yılında işçi çıkarmayı planlıyor. Bu veriler, sanayideki yapısal krizin faturasının büyük ölçüde emekçilere kesildiğini gösteriyor.
İşten çıkarmaların yanı sıra ücretler üzerinde de ciddi bir baskı bulunuyor. Metal sektöründe imzalanan toplu iş sözleşmelerinde, şirketlerin kâr marjı belirli bir oranın altına düştüğünde ücret artışlarının ödenmemesini mümkün kılan maddeler yer alıyor. Benzer düzenlemeler kimya sektöründe de uygulanıyor. Bu sözleşmelerin, enflasyon karşısında reel ücretleri korumaktan uzak olduğu belirtiliyor.
TİS’ler ve “Geri Adım” Tartışması
Kasım 2024’te metal işkolunda imzalanan toplu iş sözleşmesi, reel ücretlerin düşmesini fiilen kabul etmesi nedeniyle eleştirilmişti. Metal İşverenleri Birliği Gesamtmetall’in Başkanı Stefan Wolf’un, “Toplu iş sözleşmesinin süresinden çok memnunuz” açıklaması ve “IG Metall şimdiden geri adım atmak zorunda kaldı” sözleri, sendikaların pazarlık gücünün sorgulanmasına yol açtı.
Eleştirmenlere göre bu tablo, sendikaların işçi sınıfının çıkarlarını savunmak yerine, kriz koşullarında sermayenin beklentilerine uyum sağladığını gösteriyor. Savaş ve dış politika konularında da Almanya’nın silah sanayisini destekleyen tutumlarının sürdürülmesi, sendikaların sermaye-devlet hattına daha da yaklaştığı yönündeki değerlendirmeleri güçlendiriyor.
Daha Sert Bir Dönem Kapıda
Uzmanlar, 2025 ve sonrasının işçi ve emekçiler açısından daha sert bir dönemin habercisi olduğu görüşünde. Sosyal güvenlik, çalışma koşulları ve ücretler üzerindeki baskının artması beklenirken, bu süreçte sendikaların nasıl bir rol oynayacağı kritik önem taşıyor.
Emek çevrelerinde giderek daha yüksek sesle dile getirilen görüş ise net: İşçi sınıfının birliğinin güçlendirilmesi, sendika bürokrasisi üzerinde tabandan baskı kurulması ve gerçek bir ortak mücadelenin örgütlenmesi, yaklaşan dönemde hayati bir gereklilik olarak görülüyor.