Bu şiddetin temelinde, çocuk yaşta aile içinde öğrenilen değerler ve davranış kalıpları yatıyor. Çocuklar, cinsiyet rollerinin ve ilişkilerdeki güç dengelerinin ilk örneklerini aileden alıyor. “Erkek güçlü olmalı, kadın itaatkâr olmalı” gibi normlar, çoğu zaman görünmez ama güçlü bir şekilde nesilden nesile aktarılıyor. Evde yaşanan küçük şiddet örnekleri, sözlü baskılar veya ayrımcı davranışlar, çocukların zihninde normalleşiyor ve ileride ilişkilerde tekrarlanıyor.
Aile içi eğitimde eşitlik ve saygı yerine, ataerkil değerlerin öne çıkarılması, kadına yönelik şiddeti toplumsal olarak meşrulaştırıyor. Okullarda ve medyada verilen cinsiyet mesajlarıyla birleştiğinde, erkeklerin üstün, kadınların korunmaya veya kontrol edilmeye muhtaç olduğu algısı pekişiyor. Bu yapı, kadını sadece ev içinde değil, iş hayatında, kamusal alanda ve dijital platformlarda da şiddete açık hale getiriyor.
Dolayısıyla, kadına yönelik şiddeti yalnızca bireysel suç olarak ele almak eksik bir bakış olur. Şiddetin kaynağı, ailede başlayan değerler ve toplumun cinsiyetçi normlarıyla besleniyor. Bu nedenle çözüm de sadece cezai yaptırımlarla sınırlı kalmamalı; eğitimden başlayarak toplumsal farkındalık yaratmak, eşitlikçi değerleri önce ailede, sonra okulda ve medyada inşa etmek gerekiyor.
Kadına yönelik şiddetle mücadele, savaş karşıtı hareketlerden bağımsız, günlük yaşamın her alanına nüfuz eden bir mücadeledir. Savaşlar bitse bile, aileden başlayarak topluma yayılan ataerkil normlar ve şiddet kültürü bitmediği sürece, kadınların güvende olması mümkün değildir.