Kimileri daktilo olmadığı ortamlarda yazılanları temize çekiyor. Kimi kol gücüyle sanatsal üretimin bir bölümüne katılıyor. Kimi de yaşamın koca yükünü sırtlanıyor. Ama her ne olursa olsun sonunda hepsi de yanlarında yaşamı paylaştığı kişinin can yoldaşı, kavga arkadaşı olmayı başarıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde bu “kavga arkadaşları”ndan birini değerli yazar Fakir Baykurt’un eşi, yaşam arkadaşı, can yoldaşı Muzaffer Baykurt’u yitirdik.
Muzaffer hanım gencecik bir kızken rastlantısal bir biçimde tanıştığı Fakir Baykurt’la evleniyor. İlişkilerinin daha başında yaşamın ve sözcüklerin büyüsü onları sarmaya ve sarsmaya başlıyor.
Fakir Baykurt "Özyaşam" başlıklı sekiz ciltlik anılarında, 20 Haziran 2018 sabahı yaşamını yitiren eşi Muzaffer Baykurt'la tanışmasını, evlilik yıllarını, Muzaffer Baykurt'un hep yanında olmasını, kendisine kol kanat germesini, fedakarlığını anlatıyor.
"Özyaşam" okunduğu zaman görülecektir ki; Muzaffer Baykurt, Fakir Baykurt'un hem eşi, çocuklarının anası, hem de hayat ve mücadele yoldaşıdır.
Ülkede 50’li yılların başı. Tek parti iktidarından çok partili bir hayata geçildiği iddia edilse de CHP despotluğu yerini DP despotluğuna bırakmış durumda.
Fakir Baykurt, Burdur’un Kavacık köyünde öğretmenlik yaparken bir yandan bu politik trajediyi izliyor öte yandan da gelişmeleri kafasında biriktiriyor.
Düşüncelerini, birikimlerini çevresinde aydın bildiği kişilerle de paylaşmak için can atıyor. O günlerde kendisine en yakın gördüğü kişi yazar Samim Kocagöz.
Özel yaşamına gelince çevresinde başta annesi olmak üzere herkes onun yaşamı paylaşacak bir eş bulmaya zorluyor. Ancak evlenme Baykurt’un henüz gündeminde yok.
Fakir Baykurt Muzaffer Hanımla tanışma ve yakınlaşmasını bir arkadaşına borçlu. Hüseyin adlı bir can dostu var. Onun da eşinin kardeşi Muzaffer hanım.
Bir gün değişik bir rastlantı onların yollarını buluşturuveriyor
Fakir Baykurt, fuar zamanı İzmir'e giderek, epey zamandır mektuplaştığı Samim Kocagöz'le yüz yüze görüşmeye karar veriyor. Denk geliyor, arkadaşı Hüseyin'giller de niyetleniyor; birlikte trenle gitmeye karar veriyorlar.
" Bunu onlar mı böyle ayarladı, ben mi planladım bilmiyorum ama Hüseyin'in baldızı Muzaffer'le birbirimize yaklaşıyoruz." diye yazıyor Fakir Baykurt.
Muzaffer hanım bir yandan Yeşilova'daki kurslara gitmekte, bir yandan da dursuz duraksız oya işleyip çeyiz hazırlamaktadır. Arada kitap da okuyan Muzaffer Hanımın da gözde yazarı, Fakir Baykurt gibi Sabahattin Ali'dir..
İzmir yolculuğunun birbirlerini tanımalarına olanak vereceğini düşünen Fakir Baykurt, trende bir ara pencereden bakarken bir araya gelince Muzaffer hanıma " Anlat biraz" dediğini, Onun " Ne anlatayım?" sözü üzerine kendisinin de, " yaşamından anlat, sonra ben anlatayım, bu yolculuk böyle bitmez." dediğini söylüyor.
Muzaffer hanım çocukluğunu anlatıyor.
O sıra tren Sarayköy'den geçmektedir. Muzaffer, "Hadi sen de anlat" diyor.. "Anlatırım, şurayı geçelim de" dedikten sonra ekliyor Fakir Baykurt: "Çocukluğum burada geçti"
İstasyondaki posta kutusuna, içinden mektup aldığı kutuya bakarken Muzaffer hanım, "Nereye bakıyorsun " diyor. O sırada bir kuş gelip posta kutusuna konuyor. Fakir Baykurt, " kuşa bakıyorum" diyor. " Neden?" diye sorulunca da "O zamandan kalma bir kuş tanıyorum da" diyor..
Muzaffer hanım gülüyor, " Kandırıyorsun" diyor. "Kandırmak olur mu? Bak öt diyecem ötecek, tanıdık olmasa öter mi?"
"De bakalım" Fakir Baykurt, " Hey kuş öt" diyor. "Kuş ciyk ciyk" ötüyor.
Fakir Baykurt, ciddi ciddi, "öttüğün için teşekkür ederim. Beni hatırladın değil mi? Arkadaşıma selam göndereceğim, iletirsin değil mi?"
Tren yürüyor " Göreceksin varıp söyleyecek dedim."
"Bana da öyle geliyor, söyleyecek" diyor, Muzaffer hanım.
" Keşke senin selamını da söyleseydik" diyor Fakir Baykurt.
Muzaffer hanım, başını döndürüp bakıyor üzüntüyle: " Keşke!" diyor.
Fakir Baykurt, içinden "Bu kız da iş var dedim” diyor .
Ertesi gün İzmir’de büyük buluşma gerçekleşiyor. Samim Kocagöz, Baykurt’u almaya geliyor.
Fakir Baykurt odasına bavulunu toplamaya çıkıyor. Bavulunu topluyor.
" Ah! Gidiyor musun?" diyor, Muzaffer hanım. Üzgün.
"Gidiyorum" diyor Fakir Baykurt. "Onbeş gün hep edebiyat konuşacağız."
Muzaffer hanım, yüzüne bakıyor. " Gidin bakalım, biz de birkaç gün gezip döneriz" diyor.
Fakir Baykurt, "ayrıldık gidiyoruz, yoksa ayıp mı ettim kıza? diye sordum kendi kendime, ama olan oldu" diyecektir.
Fakir Baykurt "Özyaşam" başlıklı anılarının "Kavacık Köyü Öğretmeni" başlıklı üçüncü cildinde Muzaffer Hanımla evlenmesini de anlatıyor.
Anasının, yüzünü Muzaffer'e doğru çevirdiğini sezdiğini söyleyen Fakir Baykurt, kendisinin Kavacık Köyünde öğretmenlik yaptığı zamanlarda, güzün bir gün Muzafferler bizim köye gelmiş, " Evleri hangisi?" diye sormuşlar, bizim Akçaköylüler tilki soyundan gelir, göstermişler :" Deha şu ev... bu harım da onların" demişler. Aşağı doğru uzatmış köylüler gezmeyi, " Bu bağ da onların, yollara dökülen karanfil kokulu armutları gösterip, " bu armutlar da onların"
Anasının " Ver kararını bitsin, hem de anam çok sıkıştırdı, ondan evlendim deme, kendin ver kararını, korkmadan ..." demesi üzerine, Fakir Baykurt, " Korkmadan veriyorum, gidin bitirin Muzaffer'i" diyecektir.
Anası, bir sepete taze mısır doldurmuş, bir sepete bağdan karanfil armudu koymuş, eşeğe yüklemiş, yanına Cennet halayı alıp düşmüş yola, varmış Yeşilova'ya. Yolda sormuşlar anasına, " Hayrola Elifçe nereye?", " Yeşilova'ya, Tahir'e kız bitirmeye..." Yeşilova'ya varınca haber salmışlar, " Böyle, böyle, biz filancalarız, Akşam kız bitirmeye geleceğiz"
Akşam yemeğinden sonra varmışlar evlerine, " Akşamınız hayrolsun! Hayırlar daim olsun! Evinizin direği eğrilmesin. Bacanızın dumanı doğru tütsün. Bizim böyle bir işimiz var, bu yollardan ilk yürüyen biz değiliz, ben anasıyım, bu da öz halası değil ama halası sayılır. Babası öldü, Allahın emri, peygamberin sözüyle, sizin Muzaffer Hanımı bizim Tahir Efendiye..." demişler.
" Biz kızı istedik, Anası hanım bir düşünür, eniştesi iki düşünür, Ablası Şadiye Hanım da habire kızarır... "Ben dedim ki" diyor Elifçe Ana, "Susuyorsunuz; haklısınız. Kız bitirmenin yolu yokuştur. Hem de sarplardan geçer, Biz üşenmeyiz bir daha geliriz, İnşallah o zaman hayırlı yanıtınızı alırız..." demiş.
Elifçe Ana ile Cennet hala ertesi gün yine gitmişler, hayırlı yanıtı almışlar, Elifçe ana, Muzaffer'in anasını kucaklamış, Muzaffer'in gözlerinden öpmüş, sonra eşeğe binip düşmüşler yola, yatsı ezanında varmışlar köye, ertesi gün de haber salmışlar Fakir Baykurt'a " Anamgil yengeyi bitirmişler" diye...
Baykurt Muzaffer hanımla bu serüvenin sonunda evleniyor. Ama parasızlık içinde kıvranıp duruyorlar.
Fakir Baykurt anılarında, "Muzaffer'i verdiler ama nasıl evleneceğiz?" diye kara kara düşündüğünü söylüyor. Arkadaşı Hüseyin Akbaş'ın desteğiyle, aldığı borçla bu sorunu çözdüğünü yazıyor. Kaynanası" Zor günlere giriyoruz, önce aramızda bir yüzük takalım, sonra Yeşilova Belediyesi'nde nikah kıyılsın, düğünü Akçaköy'de nasıl isterseniz öyle yapın...”
Ertesi yıl bu kez Fakir Baykurt, çok ağır bir rahatsızlık geçiriyor " Peritonit" denilen karın zarı iltihabından ölümden dönüyor.
Hastanede çok ağır hastayken Fakir Baykurt, Muzaffer'e, " Kuşa sor, gerçekten kurtulacak mıyım? diyor.
Muzaffer Hanımın cevabı: " Sordum, mutlaka kurtulacaksın " olacaktır.
Fakir Baykurt sağlığı biraz iyiye gidince, birkaç gün sonra, yeniden soruyor, Muzaffer Hanım'a: " Sordun mu kuşa?"
Muzaffer Hanım, ağlamaklı bir biçimde: " Sordum, Kesin iyi olacak, dedi.."
" Korkmuyorum öyleyse, kuş da söylemiş..."
Fakir Baykurt bir süre sonra yenip hastalığı iyileşiyor. Muzaffer hanımın eli elinde.
Fakir Baykurt’un Sivas, Hafik'te ilk öykü kitabı "Çilli" yayınlanıyor. O günlerde Fakir Baykurt'a Samim Kocagöz'den sandık geliyor, içinden " Gromia" marka hiç kullanılmamış bir daktilo çıkıyor.
Fakir Baykurt, armağan daktilonun geldiği gün, Muzaffer'in dört yanı oyalı bir örtü bulup getirdiğini, " Al bunu, ört yeni makinenin üstüne. Bu da benim armağanım olsun. Küçük bir şey ama kabul et, iyi günlerde kullan." dediğini anlatıyor.
Muzaffer hanımla Baykurt’un çocukları olur peşpeşe. İki kız evi şenlendiriyor. Ardından bir de oğulları dünyaya geliveriyor.
Muzaffer Baykurt, Fakir Baykurt'un soruşturmalar, sürgünler, açığa almalar, cezaevi, yokluk ve zorluklarla dolu hayatında, evliliklerinin başından sonuna kadar hep yanında yer alıyor, gerektiği zaman vücudunu kocasına siper etmekten geri durmuyor.
Gazetelere yazdığı yazılar nedeniyle açığa alınan Fakir Baykurt'a ilk destek köylülerinden geliyor.
Akçaköylüler soruyor Fakir Baykurt'a : " Hükümet senden ne istiyor? diye Fakir Baykurt bu soruyu şöyle yanıtlıyor: " Ne istiyorlar benden? Ben kendi adıma konuşmuyorum. İçinden çıktığım köylüler adına konuşuyorum. Onların ödediği vergilerle okuduğum, kanatlandığım halk adına yazıyorum. Ama onlar halkın yüzyıllardır olduğu gibi susmasını istiyorlar. Uslu dur! diyorlar ona, bana..."
Köylüleri sorar: " Peki yeğen, sen yarım maaşla Ankara'da çoluk çocuk kirada nasıl geçineceksin?"
Fakir Baykurt: " Siz beni desteklerseniz ben pes etmem."
"Ne gibi destek istiyorsun?
Akçaköy ne yiyorsa, fasulye bulgur göndereceksiniz bana, bir yıl gerekirse iki yıl ben dayanırım..."
Birkaç yıl geçtikten sonra, 1961 Anayasasının Kamu Görevlilerine tanıdığı Grevsiz, Toplu sözleşmesi sendika hakkı çerçevesinde, öğretmen sendikalarının kurulması gündeme geliyor.
Fakir Baykurt, “Yılanların Öcü” filminin başarısı, romanlarının birbiri ardına yayınlanması, yazdığı yazılarla öğretmenlerin en sevdiği yazarların başında geliyor. Öğretmen sendikası kurmak ve başına Fakir Baykurt'u getirmek isteyen çoğunluğu Köy Enstitülü öğretmenler, Fakir Baykurt'un kapısını çalacaktır.
Fakir Baykurt’un evine “Onu ikna etmek için' giden heyetin içinde, Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Veli Demiröz, Dursun Kut gibi dost ve arkadaşları olmasına karşın Fakir Baykurt, yazması gereken romanları olduğunu söyleyerek öneriyi reddedecektir. Ancak öğretmenler kararlıdır.
Aynı gün akşam saatlerinde yanlarına Gölköy Enstitüsü’nün müdürlüğünü de yapmış olan yaşlı bir öğretmeni İsmail Safa Güner’i de alarak yeniden gelirler. Fakir Baykurt’un eşi Muzaffer Hanım’ın “Akşam akşam size çay mı, kahve mi yapayım? Yoksa acı soğan, kuru yavan bir şeyler mi çıkarayım; oturup bizimle yer misiniz?' demesi üzerine Safa Hoca, “Biz buraya kısmetse,” eh kahvesi” içmeye geldik!' dedikten sonra ekler. “Kız isteme bitince içilen kahveye “eh kahvesi” derler ya!'
Safa Hoca, Fakir Baykurt’a dönerek, “Hepimiz sana yardımcı olacağız. Öl de öleceğiz!' diyor. Fakir Baykurt, “Safa Hoca seçtiği uygun sözcükleri yufka yerlerime vurdukça vurdu. Kıpırdayacak yerim kalmayınca, Muzaffer’e dönüp, 'Yap gaveleri!’' dedim, diyecektir.
Fakir Baykurt'un kızı Işık Baykurt bir söyleşisinde, " Bir çocuk için bir ünlü, tanınmış bir insanın çocuğu olup olmamanın karşılığı yok. Baba sıcaklığı, baba-çocuk iletişimi arıyorsunuz o yaşlarda..." diyerek, özellikle TÖS ve sonraki yıllarda Fakir Baykurt'un büyük mücadele yıllarında evine ve kendilerine yeterince zaman ayıramadığını tespit ediyor.
Yılın üç yüz günü Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın örgütlenme ve mücadele süreci için evine gelemeyen bir baba, roman yazabilmek için Sendika'dan bir ay izin alan bir yazar, sürgün yılları, cezaevi günleri...Öğretmen mücadelesine, halkın eğitilmesi, örgütlenmesi çabasına katkı sunmak için evinden, eşinden, çocuklarından ayrı kalan bir baba...Fakir Baykurt'un 1965--1973 yıllarının özetidir.
Muzaffer Baykurt, Büyük Öğretmen Boykotu sonrasında, Fakir Baykurt'a Karadeniz illerine yapacağı örgütlenme gezisine katılmak istediğini söyler. Anadolu'nun pek çok ilinde saldırıyla karşılaşan Fakir Baykurt, eşinin bu isteğine şakayla, " beni koruyacaksın ama, bunu kabul ediyorsan, gel..." diye karşılık verir. Muzaffer Baykurt'un yanıtı " Korurum, korkma..." olacaktır.
Fakir Baykurt, Karadeniz gezisinin son durağı olan Çorum’da toplantı bittikten sonra saldırıya uğrar. Toplantı bittikten sonra TÖS şube lokaline yürürken yapılan taşlı saldırıda pek çok kişi kanlar içinde kalmıştır. Muzaffer Hanım, Fakir Baykurt’a yola çıkmadan önce verdiği sözü anımsayıp korumaya çalışırken atılan taşlardan biri Fakir Baykurt’un sırtına, biri de Muzaffer Baykurt’un kafasına gelir.
Fakir Baykurt, Çorum’da yediği taşlardan ötürü kanlar içinde kalan Muzaffer hanımı hastaneye götürür. Muayenede Muzaffer Baykurt’un kafatasında hafif çatlak olduğu ortaya çıkacaktır. Fakir Baykurt, Dr. Mustafa Şerif ve Dr. Leziz Onaran’a, “Böyle kafası çatlak bir eşle ben ne yaparım? Buna bir çare bulun!' dediğini, doktorların da “Kaygılanmaya gerek yok; zamanla kapanır!' dediklerini anlatıyor.
Ekim 1999’a kadar sürüp gidiyor Muzaffer hanım ve Fakir Baykurt öyküsü. 1999 sonbaharında Baykurt yaşamını yitiriyor.
Muzaffer hanım onu son kez uğurlarken geriye dönüp baktığında onurlu mücadele dolu bir yaşamın izlerini görüyor.
Haziran 2018’de yazar Adnan Özyalçıner’le İstanbul Zincirlikuyu’dan Muzaffer hanımı uğurlarken onları, o kadınları konuşuyorduk. Yaşamı paylaştıkları kişilerin yanında edebiyatın sanatın ve kavganın içinde eşlerinin elini hiç bırakmayan Muzaffer hanım misali kadınları. Onların herkesçe bilinmeyen isimlerini sıraladık. Onları ve büyük emeklerini selamladık.