Avrupa sağının güçlenmesini, “Avrupa tarihi açısından tehlikeli bir milat” olarak değerlendiren Süddeutsche Zeitung:
"İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra ilk kez 2018 yazında Avrupa sağının ne kadar güçlendiği ortaya çıktı. Yükselen sağın bayrağını Macaristan Başbakanı Viktor Orban taşıyor. Avusturya'nın popülist başbakanı Kurz ve İtalya'yı yöneten radikal sağcılar ona ideolojik destek verirken Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer de sağın Avrupa Birliği'ne nüfuz etmesine yardımcı oluyor“ diye yazdı.
Frankfurter Allgemeine Zeitung Hristiyan Birlik partileri arasındaki anlaşmazlığın Merkel'i Avrupa idealinden uzaklaştırdığını vurguladı.
“Avrupa ideali” nedir?
Zahit Atam’ın Psikeart’taki makalesi, bugün yaşananlarla taşı gediğine koymayı başardı: “Avrupa Aydınlanması evrenselci idi, onun yerine gelen AET ve sonrasındaki AB yapılanması ise “ortak bir ev” yaparak dışındakileri ötekileştirmeye dayandığı anlamına gelmektedir. Kısaca AB bir uygarlığın kendisini bulması değil, bir proje olarak yeni bir ben ve öteki üretme projesine dönüştü, Avrupa dışındakilere karşı, içeride çatışmayı bitirmek ve dışarıdakilere de kaim duvarlar örme projesi Avrupa felsefesinin ürettiği bir şey değildir, tam aksine evrenselci Avrupa felsefesinin reddi ve yeni bir türde milliyetçilik üretme projesidir.”
Modern dönem dayanışmacılık yerine bireyciliği getirdi. Bu bireycilik yalnızlaşmayı ve mutsuzluğun söylemini bireyin özgürlüğü biçiminde ifade etti. Böylece geleceğin akıldışı kötümser felsefesi kuruldu. Akıldışılık, medeni Avrupalı üst-insan söylemi özünde mutsuzluk, başarısızlık ve zavallılığın şaşaalı örtüsü oldu.