İlk İslam Konferansı'nın toplanmasından bu yana 12 yıl geçti. Ancak konferansın temel sorunu değişmedi: Almanya'da yaşayan 4,5 milyon Müslüman sosyopolitikaya nasıl entegre edilecek.
İçişleri bakanı ile yapılacak bir görüşme ile başlayacak olan ve iki gün sürecek toplantıda yerel entegrasyon ve Almanya'da imam yetiştirilmesi konuları ele alınacak.
Cami vergisi
İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Markus Kerber, Bild gazetesine yaptığı açıklamada "Hedef, Almanya'daki camilerin yurt dışından finansal yardıma bağımlı olmamalarıdır" dedi. Peki bu, Hristiyanların kilise vergisi ödemesi gibi Müslümanların da resmi bir vergi ödeyebileceği anlamına mı geliyor? Kerber vergi konulabilmesi için ön şartın Alman yasalarındaki temel şartlara uygunluğun belgelenmesi gerekliliğinin altını çizdi.
İçişleri Bakanlığı camilerin yurt dışından finanse edilmesini önlemek için cami vergisini gündemine aldı
İçişleri Bakanı Seehofer Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi için kaleme aldığı makalede bunu açıkça formüle etti. Seehofer makalede Müslüman cemaatlerinin Anayasa'nın tanıdığı din özgürlüğünün şartlarını devlet – cemaat işbirliğiyle bağdaştıracak şekilde organize edilmesi gerektiğini yazdı. Seehofer Almanya Müslümanlarının cemaatlerinin organizasyon ve finansmanının Almanya'da olması gerektiğini kaydederek, devletle istikrarlı ve güven temellerine dayalı bir ilişki kurulmasının altını çizdi.
Almanya İslam Konferansı, devletle Müslümanlar arasındaki diyaloğu teşvik amacıyla 2006 yılında dönemin İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble tarafından başlatılmıştı.
İslam ve Almanya
Seehofer göreve başlarken İslam'ın Almanya'ya ait olmadığını söylemişti. Almanya'yı Hristiyanlık şekillendiriyordu. Seehofer'in mesajı sert ve netti: "Müslümanlar bizimle yaşamak zorunda, bizim yanımızda değil ya da bize karşı değil."
Türkiye ile Almanya arasındaki gerilim atmosferi, Almanya’daki durumu zehirledi. Göçmenler, kabul edilmediklerini ve itildiklerini hissettiler, ev sahibi olan yerli halk ise başkalarının yarattığı tehdit resimleri ile beslendiler ve göçmenleri aralarına almayı reddeder hale geldiler.
Entegrasyondan bahsederken hep »Almanca öğrenmekten« bahsediyoruz. Öncelikle bu herşey demek değildir ve bununla birlikte, bir lisanı ancak motive olursanız öğrenebilirsiniz. Çocuk olsun, yaşlı olsun, bir insan kabul edildiğini hisseder ve Almanca öğrendiğinde bundan faydalanabileceğini bilirse motive olur. Her ikisi de güncel tartışmada söz konusu değildir.
Entegrasyon tartışması, sadece açıkları gösteren veya tehdit resimlerine dikkat çeken bir tartışma olmamalıdır. Der Spiegel dergisinin son otuz yıldaki kapak resimlerini hatırlayanlar, özellikle İslamî ülkelerden gelen insanların hep tehlikeli ve toplumumuzdan kopuk olan insanlar olarak resmedildiklerini anımsayabilirler. Bir kere bu resimler gerçek resmi yanlış çizmekte ve olumlu olanları, yani bu insanların gerçekleştirdikleri olumlulukları göstermemektedir. Ayrıca bu resimler saygı ve kabullenmenin dilini yaratmıyor.
Entegrasyon tartışması esas itibariyle insan haklarının Almanya’da her insan için geçerli olması gerektiği temelinde şekillenmelidir. Aynı Anayasa’nın belirlediği gibi.
Araştırma sonuçları insanı kaygılandırıyor: buna göre Almanya’daki halkın büyük bir çoğunluğu İslam dininin Almanya’da uygulanmamasını istiyor. Bu, Anayasa’ya aykırı olan bir istemdir.
Sonuçta uygulanan yabancılar politikaları ve 1981’den bu yana yürütülen sözde yabancılar tartışmalarıyla seçmenler arasında, Anayasa’nın temel hak ve özgürlükleri ve insan haklarıyla ilgili olan bölümlerinden uzaklaştıran bir çizgi ortaya çıktı.
Yani bu tartışmalar sadece göçmenler açısından değil, çoğunluk toplumunun bilinci ve demokrasi açısından da büyük zararlar yarattı.
Bir diğer nokta: entegrasyon tartışmaları ancak göçmenlerin öz örgütleri ile birlikte ve göçmenlerin kendi dillerinde yayımlanan medyanın da kullanılmasıyla yürütüldüğü takdirde hedefli olacaktır. Ancak bu Berlin’de olduğu gibi bir şova dönüşmemelidir: Entegrasyon Zirvesi’nde yüzlerce insana üç saat içerisinde »Almanya somut bir eylem planı uygulayacaktır« deyip, onların bunun biçimlendirilmesine katılmasının engellendiği gibi.
Bütün bunlar şovdur ve sonuç itibariyle yardımcı olmamaktadır!
Öğretmenler ve memurlar arasında göçmen kökenli insanlara gereksinimiz var. Ve ayrıca, proje politikalarından uzaklaşmak zorundayız. Yani, örneğin Kassel’in bir semtinde bir entegrasyon çalışması yapılıyorsa, bu belirli bir süre sonra, proje bittiğinde sona erdiriliyor. 1960’lı yıllardan 1990’lı yılların sonuna kadar var olan kurumlara, göçmenler için danışmanlık kurumlarına ihtiyacımız var. Göçmenlerin danışmanlık için Alman kurumlarına gidebilecekleri söylemi yanlıştır, çünkü onların özgül sorunları var. Ayrıca Alman kurumlarının personeli de interkültürel iletişim konusunda yetersiz.. Personel, öyle iki-üç günlük seminerlerle ailelerin veya emeklilerin özgül sorunlarını algılayıp, yardımcı olabilecek konuma getirilemiyorlar.
Politika entegrasyonu sağlayacak bir çerçeve yaratmalıdır. Son 30 yılda olduğu gibi entegrasyonu engelleyen bir çerçeve değil.
Bence bugün çok ilginç bir durumla karşı karşıyayız: yabancılar konusu seçmen kazanmak ve tiraj yükseltmek için kullanılmaktadır. Yani bir skandallaştırma politikasıyla entegrasyon açıkları göçmenlerin hanesine yazılmaktadır. Diğer tarafta ise, sanayii mevkii konusunda işverenlerden zanaatçılara kadar geniş bir kesim, bir kuşağı kaybetmemek gerektiğinden bahsetmekte ve kısa bir zaman içerisinde hemen hemen her sektörde kalifiye işgücü açığının çıkmasından kaygı duymakta ve bu sorunların polisle veya psikiyatri ile çözülemeyeceğini savunmaktadırlar.