Moderatör Rüdiger Göbel, yaptırımların bazı gazetecilere seyahat yasağı, hesap dondurma ve hatta aile bireylerine kadar uzanan cezalar getirdiğini, bunun da fiilen çalışma yasağı anlamına geldiğini belirtti.
Junge Welt genel yayın yönetmeni Nick Brauns, gazeteci Hüseyin Doğru'nun Filistin yanlısı protestolarda polis şiddetini haberleştirdiği için "Kremlin adına düşman propagandası yapmakla" suçlandığını söyledi. Brauns’a göre bu, eleştirel gazeteciliğin cezalandırılması anlamına geliyor. Doğru’ya ödeme yapılması durumunda cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalınabileceğini belirtti.
Nachdenkseiten sitesinden Florian Warweg, hükümetin bu yaptırımları basın toplantılarında sorgusuz kabul ettirdiğini, ana akım medyanın ise bu resmi çizgiyi sorgulamadığını aktardı.
Tilo Gräser ise bu yaptırımların Alman Anayasası’na aykırı olduğunu, çünkü sansürün yasaklandığını söyledi. AB'nin “Dijital Hizmetler Yasası” ile sansür için yasal bir zemin oluşturduğunu ama dezenformasyonun tanımını yapmadığını belirtti.
Roberto De Lapuente ise “gerçek denetleyici” (fact-checker) olarak adlandırılan grupların devlete hizmet ettiğini, halkı yönlendirmek için kullanıldıklarını ve eleştirel gazeteciliğin savaş dönemlerinde istenmediğini vurguladı. Şu anki sansürü bir savaş aracı olarak değerlendirdi.
Sonuç olarak konuşmacılar, AB'nin bu uygulamalarının basın özgürlüğünü tehdit ettiğini ve gazeteciler arasında daha fazla dayanışmaya ihtiyaç olduğunu savundu.